Ölü Canlar ilk rus klasiklerinden biridir ve 19. yüzyıl Rus toplumunun en başarılı sataşmalarındandır.

Gogol, Rus edebiyatının en usta ince zekalarından biri olmayı başarırken güldürmeyi ve karınlara ağrı sokmayı başarmıştır. Bu güldürmekten doğan karın ağrısının bir noktasında, yalnızca Rus halkının değil insanlığı eleştireceği noktaları da görebilirsiniz. Gogol adeta bir fotoğrafçıdır ve yaşadığı çağı o kadar iyi fotoğraflar ki okuduğunuzda eleştirinin içerisinde kendinizi bulabilir ve kaptırıp gidebilirsiniz.

Gogol, Ölü Canlar adlı eserinde rus toprak sahiplerinin yanı sıra, feodal yapıyı da kırıp geçmiş ve çevresindeki büyük bir kitleyi sinirlendirmeyi başarmıştır. Fakat bu sinirlenmelere rağmen Gogol yazmaya devam etmiştir.

Gogol’un kaleminde Ölü Canlar’ı okurken  iyi ve kötünün ayrımının büyük bir cesaretle haykırıldığını görebilirsiniz ve yaşadığı dönemin ağır şartları altında bunu nasıl yapabildi diye sorabilirsiniz. Belki de büyük bir yazar olmasının temel sebebi budur, belki de gerçekten direkt olarak eleştirdiği insanlar bile acı da olsa bu eleştirileri duymakla ona hak veriyorlardı. Bu yönüyle Gogol’un duruşu Sheakspear‘ın soytarılarını benzemektedir. Soytarı, kralın yanında çekinmeden konuşur; ince zekasını kralın kibrine vura vura kullanır ve kral da yalnızca güler. Ama gerçek olduğunu da bilir.

Yan karakterlerinin betimlemesinde, uzun bir yolu tercih eden Gogol’un sıktığını düşünen bazı okurlar da bulunmaktadır. Fakat Gogol’un yapmak istediği de bir noktada budur. Dikkatli  okuyucu bağlantıları kurmakta güçlük çekmezken olayın sadece betimlemelerden ibaret olduğunu düşünmek koca bir yanılgıdır.

Ölü Canlar gerek üslubu gerekse konusuyla dikkat çekmeyi ve farklılık yaratmayı başarmış okuyucunun çokça ilgisini çekmiştir.

“Yaşamımız nedir? Üzüntülerle dolu bir vadi. Dünya nedir? Duygusuz insan kalabalığı…”